28 Şubat 2009 Cumartesi

kURMACA aŞK öYKÜLERİ 2

ışığa;
anahtarlığımda hala sarı kamyon,
korkma, ona ve senden kalan herşeye
iyi bakıyorum. birtek kestirme dediğin
saçlarımı kestirdim. her makas darbesi
kalbimi biraz daha kanattı.
10.09.2003/00.04


tüm gece örgü ördükten sonra yüzümü yıkayıp yatmaya hazırlanırken aynadaki görüntüm karşısındaki rahatızlığım yazmaya itti beni. aynada gördüğüm şuydu: ışığı sönmüş, altı çükmüş ve morarmış gözler, aşağı doğrı kıvrılmış dudaklar, yanaklarda gözyaşının etkisiyle oluşmuş rimel çizgileri. odama geldim. radyoda abuk sabuk şarkılar ve ben ilk kez anlatmak istedim hissettiklerimi.çalışma masamda sadece kağıdımı aydınlaran masa lambamın ışığı altındayım. etraf karanlık ama anılar canlı ve beklide tek istediğim anıların bu kadar canlı olamaması.
anlatmaya nereden başlamalı? Baştan mı? sondan mı? yoksa gittiği günden mi?

***

yirmibeş mart ikibinüç. okulun karşısında yemekteydik. sezgin bir arkadaşını bekliyordu. kumru yemiştim o gün ve taze sıkılmış portakal suyu yanında. sonra o geldi. BARIŞ'tı adı. benden başka herkes tanıyordu onu ve biliyorlardı hikayesini. askere gidecekti onyedi gün sonra. bana neydi ki? sadece sezgin'in arkadaşıydı ve ben mutsuzdum. aşıktım-en azından öyle hissediyordum- ve olmayacak birşeydi. acı çekiyordum ve ben o gün daha fazla acı çekmemeye karar vermiştim. unutacaktım onu. saclarını, gözlerini, bakışını... herşeyini silecektim kalbimden.
normal değildim o gün. içimdeki acı o kadar büyüktü ki bir şekilde enerji saf edip yorulmam, fiziksel acı çekmem gerekiyordu. sarp'la dalaşıyorduk okulun bahşesinde. itişip kakışıyorduk. o orda buket ve damla'yla koyu bir muhabbete dalmıştı. konu kimin onunla evleneceğiydi. o askere gidince ölecekti ve buket'le damla ondan kalacak para için geyik yapıyorlardı. baktım ona. mavi gözleri ve hafif çarpık gülümsemesi ban bir anda yağmur sonrası yaprakların üstündeki su damlacıklarının ışıldamasını andırdı. o gün en ona ışık dedim. o bunu hiç anlamadı. benim herkese bir renk vermemi ama onun tüm renklerden öte ışık olduğunu anlamadı. renklerin nedenini çözmeye uğraştı. sınıflandırmamın mantıklı bir yönünü göremedi.kendi pırıltısını anlamadı. mum sandı kendini, meşalelerden korktu. oysa o ne mum ne de meşaleydi. o pırıltıydı. içimde bişeyleri ışıldamıştı onun gülüşüyle, gözleriyle.
buket'le birlikte çıktılar okuldan. oysa hergün buket'le birlikte giderdik kızılaya. önemli değildi. BARIŞ onunla konuşmak istemişti ve ben arkalarından bakıyordum. o öyle tatlıydı ki...toprak-gri arası bol bir pantolon, beyaz üstü baskılı t-shirt, gri kocaman bir hırka ve gri bir palto. sallana sallana yürüyordu. buket ise her zamanki gibi enerjikti ve hızla uzaklaştılar. onlar gittikten sonra ben son kez diğer adam için ağladım. aslında o gün ne için ağladığımı hiç bilemeyeceğim. belkide ağlamamın sebebi delice aşık olduğumu sanarken başka bir adamdan bu denli etkilenmekti.
metroda aklımda gecen BARIŞ'tan evlenme sözü almamdı. nasıl oldu bilmesemde onu buket ve damla'dan kapmştım. şaka da olsa cok tatlı bir şakaydı. karıcım demişti gitmeden bana. bende kocacım diyordum. karı-koca. eğlenceliydi...
00.43

***

17.09.2003/00.10

çok üşüdüm, çok yoruldum, çok ağladım o gittiğinden beri. gideli bir ay ve onbir gün olmasına rağmen hala çok özlüyorum onu. bugün içimde inceden bir sızıyla anlamsız depresif tutumlar sergileyerek dolandım etrafta. her bakış, her yüz ve her ses onunkine benziyor ve bir aydan fazla zamandır onu görmeme rağmen yüzünün, sesinin gözlerimi kapadığım anda zihnimde ortaya çıkıvermesi bir yandan beni mutlu ederken bir yandan da delireceğimi düşünmeme neden oluyor. bir anda, tamamen sessiz bir ortamda ya da iç sesimi bile duymakta zorlanacağım kadar gürültülü bir yerde,hayat aynen devam ederken ya da herşey durmuşken, muhabbet ederken, çalışırken, müzik dinlerken, kitap okurken, yemek yerken, uyurken,... bir fısıltı. tek bir kelime 'BARIŞ'. ses tanıdık değil, benim sesim hiç değil. sadece 'BARIŞ'. bu fısıltı engellenebilir mi? öyle dipten, öyle derin ki içimde bir parçalanma yaratıyor. sanki yaşadığım şey bir fısıltı duymak değilde kırık cam parçalarının içimde hareket etmeleri ve her noktamın parçalanması. içimde parçalanan birşey olduğu kesin. ölesiye acıyor bir yerlerim. bir de sürekli beynimde bir düşünce: 'istediğin kadar öldür kendini umrunda değilsin'.
00.25

***

03.54

eve döndüğümde yüzümdeki gülümsemeyi engelleyemiyordum. annem şaşkındı. şafak meselesini bildiği ve o meselenin beni ne hale getirdiğini bildiği için şaşkındı. ona söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu ki... sadece mutluydum. o da sormadı zaten. biliyorum çok sormak istedi ama soramadı. o akşam yani yirmibeş mart ikibinüçte akşam saat dokuz civarında ondan ilk mesajı aldım. herkesin telefonunu aldığı halde karısının, en önemli kişinin numarasını almayı unuttuğunu onu da buket'ten aldığını, sakıncası olmadığını umduğunu, öptüğünü söylemiş ve kocan diye bitirmişti. sevinmiştim. çaktırmamaya çalışıyordum. daha cok erkendi, yatamazdım. saçmalayarak dolaştım biraz ortalarda. mesajlaştık biraz. yüzümdeki gülümseme giderek abuklşıyordu. kahkahalarla gülmek istiyor, gülemiyordum. sonunda yatma vakti geldi. penceremden baktım ve öyle mutsuzdum ki... sabaha kadar ağladım.
okulda buket'le buluştuk. birşeyler olmuştu. belliydi. BARIŞ'la konuştuğundan ama bana anlatamayacağından, temelde onunla ilgili olduğundan, kısmen beni ilgilendirdiğinden bahsetti. sorsamda anlatmadı. o öğlen yine geldi. kirpi'ye yemeğe gittik. sonra okula döndük. kalbim hem mutluluğu hem mutsuzluğu yaşıyordu. garipti. çıkışta konuşacak gibi olduk. kim önce konuşacak diye yazı-tura attık. ben kaybettim-her zamanki gibi.- ve ona onda beni çeken etkiyelen birşey olduğunu, onun ışık olduğunu söyledim. sonra millet yetişti bize, metoya bindik kızılaya gittik. yürüyen merdivenlerde bende senin hissettiklerini hissediorum dedi. o kadar.
iki nisan ikibinüç. BARIŞ. ah BARIŞ.o yine gelmişti. okulda takıldık biraz. sonra buket,sezgin, BARIŞ ve ben okulun karşısındaki bir cafeye gidip okey oynamaya başladık. sıkıntılar basmıştı bana. yerimde duramıyor, oyunla ilgilenemiyordum. BARIŞ'la cıktık kızılaya gittik. ordan da hoşdereye yürüyecektik. en dayımlara gidiyordum. o da askerlikten önceki son gecelerinde arkadaşlarıyla buluşuyordu sürekli ve bu da onlardan biriydi. yol boyunca ne yaşayacağımızdan konuştuk. o olmaz, yürümez diyordu. bense neden bilmesemde onun hayatımda olmasını, onun hayatında olmayı istiyordum. gecenin karanlığında, yağmurun altında elele tutuştuk onunla... gecenin ilerleyen saatlerinde ondan bir mesaj geldi. 'tek istediğim sana sarılıp uyumak'. benimde tek istediğim ona sarılıp uyumaktı. mutluluk ve mutsuzluğun karmaşası sonucu olarak gülümserken gözlerimden yaşlar akıyordu.
04.47

***

29.09.2003/22.36

neden? öyle garip geliyor ki... ve öyle mutsuzum ki... aklımda sadece 'neden'. durup durup vuruyor acı. gece ilerliyor ve karanlıkla başbaşa kalıyorum yeniden. acı geliyor yavaşça, yaklaşıyor her an ve bir darbe indiriyor. ardından bir darbe daha, bir tane daha...uyuyuncaya kadar darbeler ya da sabah olup gün ışıyıncaya kadar. her darbe bir anı. anılar ölürüyor beni. ölüyorum, her an yeniden yeniden onu sevdiğimi hissederken ölüyorum. bunu hak edecek birşey yapmadım ki ben. seni seviyorum BARIŞ. ışığım, ışık, ölüm, karanlık, acı... anı...
***
günler aktı gitti. on nisan oldu. onbir nisanda gidiyordu. bilinmezlik derindi. on nisan annemin doğum günü olduu için pasta aldık. çok mutluydum, mutluluk sarhoşuydum ve ardından gitti o. hersey sallanırken, tüm parçalar savrulurken gitti. gözyaşı ve acı kaldı. sabah oldu telefon çaldı. (hatırlarken bile gözyaşının arkasında bir tebessüme sebep olan anılar. küçük ama çok özel mutluluklar.) oydu arayan. izmir'e vardığını haber veriyordu. oysa arayacağını hiç düşünmemiştim bile.
ertesi günde aradı, daha sonraki günde, her gün... 3.5 aylık acemiliği süresince neredeyse her gün, bazen günde 3-4 kere konuştuk. mektuplar yazdık birbirimize. herşey öyle garipti ki... ilk başlarda bütün arkadaşlarım -özellikle sezgin- bu ilişkiyi engellemeye çalıştı. herkes o kadar çok şey söylüyordu ve ben o kadar zorlanıyordum ki, dayanmak, dayanırken ona birşey hissettirmemeye çalışmak, özlemek, korkmak(kendimden, ondan, herşeyden), anlamamak, bilmemek, beklemek, neyi beklediğinden emin olamamak... hepsi zorluyordu beni.ama en çok sözler yoruyordu. zaman geçti. insanlar kabullenmeselerde sustular, yoruldular, anlamayacağımı anladılar.
mektupları ilk okuduğumda beni mutlu eden ama satır aralarında sürekli geren, korkutan, üzen ama ynede beni ona, nu bana yaklaştıran tek şeydi. eski bir kızdan, onun bir anı olarak kaldığından ama çok acı çektiğinden ve yaşanan şeyler sonucu kendine olan özgüvenini tamamen kaybettiğinden bahsediyor, ışık olmayı anlamıyor, sevgimden korkuyordu ve tüm bunlar onu eziyordu. bense sadece beni tanımasını, anlamasını, sevmesini istiyordum.
tüm bunlar yaşanırken mutluydumda. sesini duymak mutlu ediyordu, sesimi duymak mutlu ediyordu. birşeyler özeldi. bana da özel olduğumu hissettiriyordu. birbirimiz için değerliydik. bunu da hep dile getirdik. en kötü olduğum anda onun sesi her sorunu unutturuyordu. beşyüzelli kilometre uzaktaydı ama kimsenin olmadığı kadar da yakındı. sanki elimi uzatsam yanağına değecekti parmaklarım, sanki uyanacaktım ve gözlerimi açtığım anda gözlerini görecektim. yağmurun altında kantinin önünde otururken ileriden gelenlerden biri o olacaktı. o kadar yakındı ki... derin bir yalnızlıkla inanılmaz bir yakınlıktı yaşadığımız. o da anlatıyordu hislerini, nasıl beni her an yanında hissettiğini.
geçti günler, her gün onunla ve mutlu ama hayatta akıyordu bir yandan... evde sorunlar, okulda sorunlar... ama o vardı ve herşey öyle kolaydı ki onunla. aşılmayacak sorun yoktu. geçilmeyecek sınav yoktu...herşeye rağmen aiemle düzeliyordu aram, buket'le kötüydük ama düzelirdi herşey. sadece BARIŞ yapabilirdi bunu bana. onun varlığının içimde uyandırdığı uysallık, sakinlik, huzur... düzeliyordu herşey. ve hergün büyüyordu sevgim. o da daha özgüvenliydi sanki. düzene girmiş, zorlukları aşmış bir ilişkiydi bu. zor günler bitmeli, mutlu olmalıydık artık.
üç temmuz'da izmir'e gittim. kıyametler koptu evde. umrumda mıydı? tabiki hayır. beş temmuzda gördüm onu. nerdeyse üçay olmuştu. vapur iskelesinde bekliyordum. kalbim ağzımdaydı. ve o geldi. sarıldım. sarıldım ona. herşey geçmişti. bitmişti acılar. sesinden ve mektuplarından öteydi. elim elini tutuyordu. dolaştık, yemek yedik, konuştuk. bir ton şeyden bahsettik. o anlattı, ben anlattım. sonra deep diye bir bara gittik. içtik. ilk kez orada öptüm onu ben. sanki daha önce kimseyi öpmemiş gibiydim. heyecandan ölecektim. çıktık ordan. bir tanıdığn bürosuna gittik. mesajdaki gibi sarılıp uuyacaktık sadece. hayal gerçek olacaktı. ama seviştik. uzun uzun... durmadan... aşk, öpüşme, sevişme benim için yeniden anlam kazanıyordu. sadece onun bedeninin bir parçası olmak istiyordum. muhteşemdi herşey. o ve ben yoktu. sadece o oluyorduk ya da sadece ben, tektk, bütündük, en azından benim hissettiğim buydu.
hafta içince bir kere ziyaretine gittim. sonra yine bir cumartesi halama geldi. kahvaltı ettik. halamlar sevdi onu. o da halamları sevdi. sonra çıktık yine.dolandık biraz. sonra yine seviştik...
ondört temmuzda kurası vardı. sonun başlangıcıydı belki, belki de gerçekten bitmiş olması gerektiğinin ilk göstergesi. daha önce bana demişti ankara olmazsa biter diye. bu nasıl birşeydi. dört ay beklememiş miydim? ve neredeyse ankara olacağı kesinken bunu söylemek ne demekti? tartışmıştık bunu maillerimizde(o bir mail adresi YARATMIŞTI ikimiz için. aeon_disconnectus@... aeon benim nickimdi sonsuz uzun zaman demekti, disconnectus onu.tutunamayan...) ondört temmuzda gittim yine. girdim karargaha oturdum. Benim gibi bekleyen iki kız daha vardı ve onlar biliyorlardı sevgililerinin nereyi çektiğini. bense bilmiyordum. korkuyordum. onlar sadece sevgililerini görecekleri anı bekliyorlardı ama ben onun gelip gelmeyeceğini bilmiyordum. gelmeyebilirdi. doğu çekmiş olabilir, herşeyi bitirmiş olabilir ve gelmeyebilirdi. isimler anons ediliyordu. diğer kızlar da bekliyorlardı. zaman geçiyordu. hızla akıyordu herşey. sonra kızların sevgilileri geldi. BARIŞ'ı tanıyordu bir tanesi. tam nereyi çektiğini söyleyecekken BARIŞ geldi. doğu dedi. bok oldum. sanırım bu his bok olmaktı. ne hissettiğimi, ne istediğimi anlamayacaktı. bitirecekti. tükenecektim... ben tüm bu duygular içinde kaybolmuşken ve gözlerim dolmuşken genel kurmay ankara dedi.
MUTLULUK. KOCAMAN, KOSKOCAMAN. HERŞEY GÜZEL, HERŞEY FEVKALADE. ONU SEVİYORUM.
onbeş temmuz'da döndüm. o da otuzbirinde gelecekti. yanımda olacaktı. günler hızlı-yavaş geçti. zaman kvramı kayboldu. sadece onunla konuştuğum dakikalar vardı ve onsuz geçen uzun upuzun anlar. son hafta aradı. üç-dört gün çin çeşmeye gideceğini söyledi. sonra gitmiyeceğim dedi sonra tekrar gidecem dedi sonra gitmiyeceğim ve en sonunda gitti. izmir'den döndükten sonra içimde garip bir his vardı. 'yeniden mi başlasak acaba?' onun duygularından emin değildim. neden diyeceklere verecek bir cevabım yoktu ama öyle hissediyordum. onun duyguları benimki kadar yoğun değildi.
çeşme'deydi. sık sık konuşuyorduk. korkuyordum. burda kendi hayatım vardı. o gelince birtakım değişiklikler olacaktı. bunu istemekle birlikte tedirginliğimi üstümden atamıyordum. sürekli özlemden ve bunun birkaç gün içinde biteceğinden bahsediyorduk. bitti de! hemde ne bitiş.
dört ağustos'ta ankara'ya döndü. annemler antalya'daydı. o gece başta arkadaşlarıyla buluşup sonra bize gelecekti. erken gelmeyeceğini biliyordum ama yine de hazırlık yapmıştım. bir sürü bira almıştım. içtim, bekledim, içtim, bekledim... gece yarısını geçti. bir oldu, iki oldu... iki buçukta geldi. içeri girer girmez ilk sözü ne kadar güzel görünüyorsun oldu. sarhoştu. hemde çok. biramı bitirdim, bir iki bişi yedi. yatak odasında seviştik. sabaha karşı beş-altı gibi uyuduk. onda uyudum. iki saat kahvaltı hazırlayıp gazete okudum. oniki de uyandırmaya gittim ve yine seviştik. burdaydı, yanımdaydı. sonunda! kahvaltı etti. kahvaltıdan sonra çıkacaktı, nasıl buluşacaz, buluşacak mıyız diye konuşurken ona 'yeniden başlamak için ayrılalım mı?' dedim. konuştuk baya. 'ne cevap vermemi bekliyorsun' dedi. 'üç cevap olabilir' dedim. 'kolaya kaçabilir ve tamam ayrılalım diyebilirsin, dört ay seni bekleiğim için sorumuluk hissedip devam edelim diyebilirsin - aramızda bir sorumluluk tartışması yaşamıştık daha öncelerinde. sezgin bunun sorumluluk olabileceğini söylüyor bende bundan çok ama çok korkuyordum.- ya da beni gerçekten sevdiğin için bitmesin diyebilirsin' dedim. bir cevap vermedi. zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. konuştuk. sanki hiç ayrılmayacakmış gibi kim kimin arkadaş grubuna ne kadar girecek, hangi sıklıkla görüşebileceğiz gibi konulardan konuştuk. sonra gitmesi gerekti. siyah t-shirtümü giydi. mavi atletini bizde unuttu.
kapıda 'ben bir karar verdim ama şimdi söylemeyeceğim, doğru kelimeleri seçemeyebilirim.' dedi. 'daha fazla zorlaştırma söyle' dedim. 'kolaya kaçıyorum bitti' dedi. öldüm. sarıldı, öptü. çıktı. kapıyı kapattım. gözlerimden inen yaşları hissetmiyordum, acı içinde çıkadığım sesleri duymuyordum. ağladığımı o kapıyı çalınca fark ettim. kapıyı açtım. yeniden karşımdaydı ve karşımda olması ne anlamsızdı. 'seni bu halde nasıl bırakayım' dedi. 'git' dedim. sadece 'git' diyebildim. gitti. asansöre yürüyüünü duydum. asansörün aşağı inişi duydum. baklondan son bir kere baktım. bir daha hiç görmeyeceğimi bilerek, buna emin olarak ve o gitti.
eda ve ceren aradı. belkide ben aradım. bilmiyorum. arka arkaya geldiler. hangisi önce hangisi sonra geldi onu da hatırlamıyorum pek. evdeki tüm biralar tükendi. hatta eda'nın sonradan getirdikleri bile. aklımdaki tek soru 'nasıl bu kadar kolay oldu' idi. ertesi gün buket'leydim. konuştuk. bana BARIŞ gittikten sonra yaptığımız bir konuşmayı hatırlattı. olacaklar hakkında senaryolar yazıyordu ve ilk uydurduğu senaryo döndüğü gün ayrılacağımız olmuştu. ve senaryo artık gerçekti. gece ceren'lerle birlikteydik. içtik. eve geldim iki bira daha içtim ve telefona yapıştım. 'neden bitti' dedim. başta mırın kırın etti. net hatırlamıyorum ama sanırım şarkı bile dinletti. sonra konuştu. keşke hiçbir şey söylemeseydi. 'bilmiyorum, yaşadıklarımı unutamadım, eskiden görüştüğüm insanlarla görüşmek isteyebilirim, kafam karışık, onu sevebilirim' dedi. dondum kaldım. bir otobüsteki kırmızı valftim. yanında ihtiyaç anında imdat valfini çeviriniz yazan. ihtiyacı yoktu artık. son gece de benimle sevişerek bana olan borcunu ödemişti. orospunun ücretini ödemişti. çıkabilirdi hayatımdan. resmen orospu yerine koymuştu beni. herşeyi söyledim ona. hissettiklerimi, hissettiklerimden fazlasını. bir saat boyunca ben konuştum o dinledi. aralarda birşeyler söyledi umrumda mıydı peki? hayır. ben duyacağımı duymuştum.
saatlerce yıkandım. tenim sıcak suyun ve lifin etkisiyle kıpkırmızı olup acı her yanımı kavurana dek. peki ruhum nasıl temizlenecekti? ölmek istedim. ölmek. ama kendini öldürmek hiçte kolay değilmiş onu öğrendim. yinede tiksindim tenimden, bedenimden. kusuyordum sürekli ve iğreniyordum herşeyden.

30.09.2003/ 00.27

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder