28 Şubat 2009 Cumartesi

alışılmışı yıkmak

Daha kaç kez söylemem gerekiyor! Benimle konuşurken gözlerime bak! Önündeki kağıtları karalama, etrafına bakınma! Gözlerime bak. Kaçma gözlerimden. Renkli olmaları korkutmasın seni. Doğruları gözlerimden göreceksin. Gözlerini görmeden konuşamam seninle, gözlerini görmeden inanamam sana, güvenmemi de bekleme benden. Gözlerini kaçırma gözlerimden. Duyuyor musun? Gözlerini kaçırma benden!
İçimde bir huzursuzluk. Gerek yok aslında. Gerçekleri biliyoruz ikimizde. Zorlaştırmak niye ki? Bu gereksiz dialog, bu yıkıcı tartışma niye ki? Yalanlara ne gerek var ki? Birazdan olacakları bilmiyor muyuz sanki? Kapı büyük bir gürültüyle kapanacak, ayak seslerin tüm binada yankılanacak. Bense yerimde durup sessizce ve titreyerek ağlayacağım. Neye ağladığımı bilmiyor olacağım. Gidişine mi?, Yoksa neden bu kadar zamandır hayatımda olduğuna mı?, yoksa gitmenin gelecekte getireceği rahatlama etkisinin bugünkü boşluk duygusuna mı? Aşağı inince durup telefon edeceksin. şu çok sevdiğim kiraz çiçekli japon yazarın şiirini okuyacaksın. Yinede özür dilemeyeceksin. Ben ağladığım için konuşamayacağım, sense bunu bir umut olarak algılayacaksın. Islık çalarak direksiyona geçeceksin ve 'Evet, affedecek' diyeceksin. Radyodaki her şarkı keyif verecek sana. Otobana çıkıp öylece gideceksin bir süre. Birden, aslında herşey istediğin gibi giderken, bir anda kalbine bir acı dolacak. Yalnız olduğunu, rol yapmana gerek olmadığını fark edeceksin. Duracaksın. Arabadan inip kusacaksın ve ağlayacaksın. Sürekli miden bulanacak. Kendinden tiksineceksin. Kafanı kaldırıp ufka bakacaksın. Çam ormanlarını göreceksin ve diyeceksin ki 'böyle bir yere onunla yerleşmeli, evimin önüne bir kiraz ağacı dikmeliyim'. İçinde birşeyler çağlayacak. Ağır çekim arabaya doğru ilerleyeceksin, her adımda yenilendiğine inanarak. Ama sadece kendini kandıracaksın.
Bense bu kez, belki de ilk kez rutini bozacağım. Çayı demleyip, pencerenin önünde, menekşelerimi okşayarak seyretmeyeceim şehrin ışıklarını. Radyoda o dinlemeyi çok sevdiğimiz romantik kanalı açıp gözyaşlarıma yenilerini de eklemeyeceğim. Senin dönüşünü, dönüşünde suskun küskünlükleri, ardından o çocukça ama büyük bir azimle ve inançla yaptığın yeniden eski güzel günlere dönme çalışmalarını da beklemeyeceğim. Neden, bunu hak edecek ne yaptım diye kendimi yiyip bitirmeyeceğim.
Kaç kere yaşadık biz bu senaryoyu? Kaç kere başka kadınların ten izlerini yatağımıza taşıdın? Kaç kere affettim seni? Bir kere doğruyu söyle ve bak gözlerime. Gözlerime bak. Daha dün gibi aklımda bütün çarşafları, yastık kılıflarını, yorgan kılıflarını çöpe attığım gün ve sen o günde kiraz ağaçlı bir bahçe hayalleri kurarak dönmüştün eve. Bu kez hayır. Bu kez aynı şeyleri bir daha yaşamayı göze almıyorum ben.
Git. Son kez gözlerime bak. Acımı, yıkılan 'ben'i gör gözlerimde v git. Kapıyı yavaşça kapat. Apartmanı inletmesin ayak seslerin. Ve aşağıya inince telefon da etme. O şiiri duymak istemiyorum dudaklarından. Kirletme şiiri... Bu kez çam ormanlarına doğru sürme arabayı. Engin, zirveleri karlı dağlara doğrı git. Ufuk hem çok yakın hem de çok bilinmez ve zorlu olsun. O dağların ardında kaldığımı ve dönüşü olmadığını anla. Yine tiksin kendinden, yine kus. İçindeki tüm iğrençliği dışarı atıncaya kadar kus. Kusamayacak hale gelinceye kadar kus. Kafanı kaldırıp etrafına baktığında kiraz çiçeklerini göremeyeceğini bil. Ayaklarının altına bak. O pembe taç yapraklar orda işte. Tüm güzellikler ayaklarının altında.
Bense sen gittiten sonra yerimden kalkıp gözyaşlarımı sileceğim. Kapıyı kilitleyip duşa gireceğim. Bedenimi değil ruhumu temizlemeye ihtiyacım var. Temizlenir mi dersin? Eşyalarını paketleyip annenin evine- ya da belki istediğin herhangi bir sevgilinin evi de olur- gönderirim. Kapınında kilidini değiştireceğim. Ne olur gelme. Bir tek şey istiyorum senden. Hadi kaldır kafanı ve bak gözlerime...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder